Metafiziğin esas konusu Vücut/Varlık'tır: Vücut'un araştırılması ve onun kaimliğiyle tezahür eden ilkelerin bilinmesi bütün olarak ilmin konusudur. İbn Sina'nın Aristo'yu takip ederek metafiziği tüm ilmin temeli sayması bu sebeptendir. Çünkü ilmin hem kendisi hem de konuları Varlık'ın değişmezliğini/kaimliğini esas alır, değişen şeye dair tespit edilebilecek bir husus bulunamaz.
Bugün
her ne kadar nedensellikten kopartılarak yozlaştırılmış bir
metafizik anlayışı hâkimse ve fenomenlerden ayrışmış bir
suret-ötesi âlem şeklinde kavranmaya meylediliyorsa da metafizik,
-bu anlayışın tam aksine- suretlerin bilgisini içermesi yönünden
fenomenlere bakılmaksızın anlaşılabilecek bir ilim değildir.
-Nihayetinde klasik felsefede suret kavramı, şeyin göstereni
olarak dış yapısına/şekline/formuna işaret etmekten çok, şeyin
ilkesel yönü/kalıbı/ideası için kullanılan bir kategoridir ki
metafizik bilginin araştırması da ona dairdir. Suret olmaksızın
metafizik bilinebilir değildir, ancak zandır. -Analitik felsefenin
etkisiyle suret kavramı form ile özdeş kullanılmaya başlanmıştır;
ancak Platon, Aristo, İbn Sina ve Fârâbî'de suretin anlamı açık
bir şekilde verilir.
Metafizikte
Vücud/Varlık; gözlenebilir/ölçülebilir dünyanın oluşturduğu
bütünlükteki parçalar olarak görülmez. Bu parçalar birer
Varlık olmaktan ziyade Varlık ile nitelenmiş oluşlardır
ki değerlendirilme yönlerine göre farklı adlar alırlar: Varlık
ile nitelenmek (Vücut) yönünden var oluş/mevcut,
gereksinmeleri yönünden (Vacib'e göre) mümkün, bir
belirlenim ve zamansallığa mahkumiyetleri (Kadîm) yönünden
hâdis, bilginin konusu olmak ve akıl tarafından kategorize
edilmek (bilen özne, Âlim) yönünden nesne ya da şey
denilir. Vücud'un tüm sıfatlarıyla mutlakiyetine göre de
hepsinin ortak sıfatı izafîlik ve itibarîliktir: Bu sebeple oluş
âleminde mutlak ve değişmez bir form bulunmadığı için "düzen"
fikri kainata içkin değildir, aklî bir kategori olarak -var oluşu
kozmos olarak bilmek biçiminde- zihnî bir tasavvur ile mevcuttur.
Ancak değişmez olan ilkeler ve suretler olduğu için âlemin
düzenliliği/kozmos, mutlak değil mümkün, yani itibarîdir. Çünkü
şeyler hadisat olarak önce var olucu, sonra yok olucudur: Şeylerin
doğasının değişkenliği bunu gerektirir.
Var
oluş, Varlık'ın aksine kayıt altındadır: Temelde olmak fiilini
yüklenmesi itibariyle bir eylem/hareket içinde bulunması onu kadîm
Varlık'tan ayırır -ki bu özdeşleşmenin imkânsızlığı için
hatırda tutulmalıdır. -Varlık, şeylerle kayıtlı olmadığı
için şeylere indirgenemez de. Var oluşun ol-mak, eylem, hareket
ile zamansallıkla kayıtlı oluşu, Varlık'ın kadîm olması yanı
sıra hareket etmeyen hareket ettirici (muharrik) yönünü de
gösterir. Var oluş, sonradan -bir nedene bağlı olarak/nedensellik
kaydı altında- ortaya çıktığı için bir belirleyene bağlıdır
ki Varlık diye anılan bu ilk nedendir: Herhangi bir nesnenin oluşu,
onu ortaya çıkarak bir maddeye ihtiyaç duyar. Masa için
ahşap ya da kılıç için demire ihtiyaç olduğu gibi tüm şeyler
(soyutluklar, anlamlar, kelimeler dahil) var olmak için bir başka
şeye/maddeye ihtiyaç duyarlar. (Ancak hatırlanmalıdır ki
metafizikte madde diye isimlendirilen günlük dildeki, materyalist
felsefedeki veya fizikteki gibi kütle sahipliğiyle ilgili bir oluş
değil, bir şeyin aslı, şeye cisim kazandıran esasıdır ki bu
Spinoza'nın "kendiliğinden, kendisi için olan" dediği
töz ya da cevherdir.) Şeyin cisim kazanması, Varlık ile
nitelenmesinden ibarettir ki bu "olmak" fiiliyle gösterilen
mevcut/var oluş'un durumudur. Yinelenirse var oluş ile
isimlenenin bir fiilden -olmak'tan- ibaretliği onun hareket
hâlindeliğidir: Yokluktan oluşa çıkış, eğilim. Varlık, bu
düzlemde bir sıfat olmak yönünden herhangi bir
hareket/eylem/amaç/eğilim içinde değilken mevcut, ondan aldığı
tahrik ile hareket eder. Ki hareket de zamana bağlı bir iş olmak
yönünden kayıtlılığı, yani belirli şartlara tabi olmayı
gerektirir. O hâlde Varlık'ın kadîm oluşu; hem onun şeylerin
maddesi/tözü olması, hem de şeylerin hareket sebebi olarak
zamanla kayıtlı olmadığı (kıdemliliği) anlamlarını taşır.
Metafiziğin,
var oluşun olmama olasılığını da konu edinmesi şeylerin
zorunlu olmamaklıkları, yani imkân oluşlarından ileri gelir:
Varlık; ilk neden, kadîm ve hareket ettirici olmaklığı
yönlerinden bağımsız olarak zorunludur, bir töze ihtiyaç
duymayarak tektir. Bu teklik, dinî söylemde tanrının bir sıfatı
olarak değerlendirilse de Varlık araştırması/ontoloji yönünden
bu söylemi aşan bir tekliktir. Tüm sıfatlardan beri olarak
Varlık'ın tekliği (Vahdet-i Vücud), var oluşsal bir
birlik/bütünlük (panteizm) fikrini içermekle birlikte esasen onu
da aşan -aşkın- bir hâle işaret eder: Var oluşsal birlik,
eşyanın aynı metafizik ilke olan Varlık ile nitelenme veya ortak
bir tözden gelme yönünü göstermekle sınırlıyken birliğin
aşkınlığı, henüz ilkelerin de tezahür etmediği bir
kendilik/Zatî hâl(i)dir. Bu sebeple vahdet-i mevcut meselesi
değildir. Bu hâl, bir kıyas yahut kategoriler içermeyecek olması
bakımından metafiziğin araştırma kapsamının da dışındadır.
Tekliğin
aşkınlığı/müteal veya transandantal vechi, metafiziğin ya da
başka bir ilmin değil aşkın -yani kavuşma imkânı oldukça
kavuşmanın mümkün olmamasının- konusudur. Aşk ise sadece
kavuşma imkânı yoksa, bilen ve bilinen ikiliği ile mevcuttur.
Kavuşma ve kavuşmak imkânı varsa aşk da ilim de yoktur nihayet.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder