17 Temmuz 2015 Cuma

Vücut Meselesi: Kıyaslar ve Kategoriler


Metafiziğin esas konusu Vücut/Varlık'tır: Vücut'un araştırılması ve onun kaimliğiyle tezahür eden ilkelerin bilinmesi bütün olarak ilmin konusudur. İbn Sina'nın Aristo'yu takip ederek metafiziği tüm ilmin temeli sayması bu sebeptendir. Çünkü ilmin hem kendisi hem de konuları Varlık'ın değişmezliğini/kaimliğini esas alır, değişen şeye dair tespit edilebilecek bir husus bulunamaz.

Bugün her ne kadar nedensellikten kopartılarak yozlaştırılmış bir metafizik anlayışı hâkimse ve fenomenlerden ayrışmış bir suret-ötesi âlem şeklinde kavranmaya meylediliyorsa da metafizik, -bu anlayışın tam aksine- suretlerin bilgisini içermesi yönünden fenomenlere bakılmaksızın anlaşılabilecek bir ilim değildir. -Nihayetinde klasik felsefede suret kavramı, şeyin göstereni olarak dış yapısına/şekline/formuna işaret etmekten çok, şeyin ilkesel yönü/kalıbı/ideası için kullanılan bir kategoridir ki metafizik bilginin araştırması da ona dairdir. Suret olmaksızın metafizik bilinebilir değildir, ancak zandır. -Analitik felsefenin etkisiyle suret kavramı form ile özdeş kullanılmaya başlanmıştır; ancak Platon, Aristo, İbn Sina ve Fârâbî'de suretin anlamı açık bir şekilde verilir.

Metafizikte Vücud/Varlık; gözlenebilir/ölçülebilir dünyanın oluşturduğu bütünlükteki parçalar olarak görülmez. Bu parçalar birer Varlık olmaktan ziyade Varlık ile nitelenmiş oluşlardır ki değerlendirilme yönlerine göre farklı adlar alırlar: Varlık ile nitelenmek (Vücut) yönünden var oluş/mevcut, gereksinmeleri yönünden (Vacib'e göre) mümkün, bir belirlenim ve zamansallığa mahkumiyetleri (Kadîm) yönünden hâdis, bilginin konusu olmak ve akıl tarafından kategorize edilmek (bilen özne, Âlim) yönünden nesne ya da şey denilir. Vücud'un tüm sıfatlarıyla mutlakiyetine göre de hepsinin ortak sıfatı izafîlik ve itibarîliktir: Bu sebeple oluş âleminde mutlak ve değişmez bir form bulunmadığı için "düzen" fikri kainata içkin değildir, aklî bir kategori olarak -var oluşu kozmos olarak bilmek biçiminde- zihnî bir tasavvur ile mevcuttur. Ancak değişmez olan ilkeler ve suretler olduğu için âlemin düzenliliği/kozmos, mutlak değil mümkün, yani itibarîdir. Çünkü şeyler hadisat olarak önce var olucu, sonra yok olucudur: Şeylerin doğasının değişkenliği bunu gerektirir.

Var oluş, Varlık'ın aksine kayıt altındadır: Temelde olmak fiilini yüklenmesi itibariyle bir eylem/hareket içinde bulunması onu kadîm Varlık'tan ayırır -ki bu özdeşleşmenin imkânsızlığı için hatırda tutulmalıdır. -Varlık, şeylerle kayıtlı olmadığı için şeylere indirgenemez de. Var oluşun ol-mak, eylem, hareket ile zamansallıkla kayıtlı oluşu, Varlık'ın kadîm olması yanı sıra hareket etmeyen hareket ettirici (muharrik) yönünü de gösterir. Var oluş, sonradan -bir nedene bağlı olarak/nedensellik kaydı altında- ortaya çıktığı için bir belirleyene bağlıdır ki Varlık diye anılan bu ilk nedendir: Herhangi bir nesnenin oluşu, onu ortaya çıkarak bir maddeye ihtiyaç duyar. Masa için ahşap ya da kılıç için demire ihtiyaç olduğu gibi tüm şeyler (soyutluklar, anlamlar, kelimeler dahil) var olmak için bir başka şeye/maddeye ihtiyaç duyarlar. (Ancak hatırlanmalıdır ki metafizikte madde diye isimlendirilen günlük dildeki, materyalist felsefedeki veya fizikteki gibi kütle sahipliğiyle ilgili bir oluş değil, bir şeyin aslı, şeye cisim kazandıran esasıdır ki bu Spinoza'nın "kendiliğinden, kendisi için olan" dediği töz ya da cevherdir.) Şeyin cisim kazanması, Varlık ile nitelenmesinden ibarettir ki bu "olmak" fiiliyle gösterilen mevcut/var oluş'un durumudur. Yinelenirse var oluş ile isimlenenin bir fiilden -olmak'tan- ibaretliği onun hareket hâlindeliğidir: Yokluktan oluşa çıkış, eğilim. Varlık, bu düzlemde bir sıfat olmak yönünden herhangi bir hareket/eylem/amaç/eğilim içinde değilken mevcut, ondan aldığı tahrik ile hareket eder. Ki hareket de zamana bağlı bir iş olmak yönünden kayıtlılığı, yani belirli şartlara tabi olmayı gerektirir. O hâlde Varlık'ın kadîm oluşu; hem onun şeylerin maddesi/tözü olması, hem de şeylerin hareket sebebi olarak zamanla kayıtlı olmadığı (kıdemliliği) anlamlarını taşır.

Metafiziğin, var oluşun olmama olasılığını da konu edinmesi şeylerin zorunlu olmamaklıkları, yani imkân oluşlarından ileri gelir: Varlık; ilk neden, kadîm ve hareket ettirici olmaklığı yönlerinden bağımsız olarak zorunludur, bir töze ihtiyaç duymayarak tektir. Bu teklik, dinî söylemde tanrının bir sıfatı olarak değerlendirilse de Varlık araştırması/ontoloji yönünden bu söylemi aşan bir tekliktir. Tüm sıfatlardan beri olarak Varlık'ın tekliği (Vahdet-i Vücud), var oluşsal bir birlik/bütünlük (panteizm) fikrini içermekle birlikte esasen onu da aşan -aşkın- bir hâle işaret eder: Var oluşsal birlik, eşyanın aynı metafizik ilke olan Varlık ile nitelenme veya ortak bir tözden gelme yönünü göstermekle sınırlıyken birliğin aşkınlığı, henüz ilkelerin de tezahür etmediği bir kendilik/Zatî hâl(i)dir. Bu sebeple vahdet-i mevcut meselesi değildir. Bu hâl, bir kıyas yahut kategoriler içermeyecek olması bakımından metafiziğin araştırma kapsamının da dışındadır.

Tekliğin aşkınlığı/müteal veya transandantal vechi, metafiziğin ya da başka bir ilmin değil aşkın -yani kavuşma imkânı oldukça kavuşmanın mümkün olmamasının- konusudur. Aşk ise sadece kavuşma imkânı yoksa, bilen ve bilinen ikiliği ile mevcuttur. Kavuşma ve kavuşmak imkânı varsa aşk da ilim de yoktur nihayet.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder