25 Ocak 2015 Pazar

Yeni Muhafazakârlık


  Muhafazakâr ideoloji, dinî araçsallaştırırak geniş bir kitleye erişebilme kabiliyetiyle donanmışsa da modern olmaklığı bakımından diğer ideolojilerden herhangi bir farklılık içermemektedir. Hatta -toplumu mekanik değil organik olarak ele almakla- değişmeyi gerekli görmekte ve fakat devrimci değil tedricî bir değişmeyi olumlamaktadır. Bu yönden muhafazakârlık, yeniyi reddetmekten fazla olarak eski olanın modernlik içerisinde sürekliliğini vurgulamaktır. Mevcut şartlar yıkıcı bazı olumsuzluklar ya da toplumun ekonomik ve güvenliğe ilişkin temel kaygılarını tehdit edici bir durum içermedikçe genel eğilimin muhafazakârca olmasının sebebi de budur. Yeniye karşı toplumsal eğilimi biçimlendirme siyaseti olarak muhafazakârlığın yaygın şekilde bir adaptasyon aracı olduğu olduğu söylenebilir: 1950'de iktidara gelen DP'nin "devrimlerin" bazısını geri alma gayreti, Türk siyasetinde muhfazakârlığın sıkça başvurduğu bir söylemin de esası olmuştur fakat hiçbir parti iktidar sürecinde bu yönde bir pratik geliştirme çabası içinde olmamıştır. Aksine ilerleme, sanayileşme, demokratikleşme söylemlerine bağlı olarak "asrî medeniyetler seviyesi" vurgulanmış ve küresel ekonomiye entegrasyonda en büyük işlevi muhafazakârlar yüklenmiştir. Arap devrimleri sonrasında da iktidara gelen, muhafazakâr değerler üzerinden siyaset yapan İslâmcı hükümetler de benzer bir hattı takip etmeye çalışmışlardır.

   Yaklaşık olarak 1980'li yıllarla birlikte sözü edilmeye başlanan yeni muhazakârlık * (neo-conservatism) da bu noktada aynı tavrın bir temsilidir. Ne var ki bu adlandırma, Fransız Devrimi sürecinde bir tepki olarak gelişen muhafazakârlığın klasik anlamının dışında yeni bir ideoloji için kullanılmaktadır: Yeni muhafazakârlık, adını aldığı ideolojinin demokrasi ve moderniteye karşı tepkilerini aşmış, hatta muhafazakârlığın itiraz ettiği gelişen burjuva ideallerinin büyük bir kısmının savunulması ve yeniden canlandırılması eğilimi içinde olmuştur. Bu yönden siyasal ve iktisadî liberalizmle, Aydınlanma'nın rasyonalizmiyle ve ilerlemecilikle barışıktır demek mümkün. Klasik ve yeni muhafazakârlık arasındaki temel bir ayrılık kültür konusundadır: Muhafazakâr düşünce, tekniğe ilişkin olarak kapitalizmle uzlaşım içinde olmuş ve eleştirisini modernitenin ortaya çıkardığı kültürel biçimlenmeye yöneltmişti ancak bir kültür eleştirisi olarak yeni muhafazakârlık, bundan bağımsız olarak "sosyalizm, sosyal demokrasi gibi toplumcu pratiklere sırt çevirme" gayretiyle parlar. Bunun belirgin sebebi, 1968'de yaşanan öğrenci hareketleri ve savaş sonrası kuşağın sosyalizan esinler içeren özgürleşme talepleridir. Öğrencilerin yanı sıra zenciler, kadınlar, eşcinseller ile azınlıkların özgürlüklerini savunan karşı-kültürel muhtelif hareketlerin, toplumsal kurumların meşruiyetini tehdit etmesinin -özellikle Soğuk Savaş ekseni içerisinde- taşıdığı en büyük risk, bir şekilde geleneksel değerlerin liberal değerler ile sağladığı uyuşumun sosyalizmin yükselişi karşısında yok olma olasılığıdır. Fakat burada liberal değerlerden kastedilen, demokrasiye ilişkin olarak toplumsal alana yerleşmiş değerlerdir. Yeni muhafazakârlar, çokkültürlülüğe karşı oldukları kadar bireyin liberal önceliği konusunda da eski düşüncelerini bırakmamış, ortak faydaya vurgu yapmaya, bunun için de dinî söylem ve ahlâka yaslanmaya devam etmişler. Yine bir radikal fikirler saldırısına tepki hareketi olarak ortaya çıkan bu ideoloji, 68 hareketinin düşünsel kaynaklarından olan eleştirel teorinin, geç-kapitalizmle belirginleşen ekonomik, siyasî ve kültürel krizlere yönelik yorumlama kalıplarının karşı-eleştirisi olarak ortaya çıkmıştır.
 
  Horkheimer, Adorno, Benjamin, Marcuse, Fromm gibi düşünürlerin 1930'larda Frankfurt Okulu kapsamında ortodoks Marksizmin ve kapitalizminin eleştirileriyle şekillendirdikleri iktisadî ve kültürel yorumlama biçimi olarak eleştirel teori, modernliğin aklı araçsallaştırması üzerinden liberal değerlerin sorgulanması konusunda özellikle II. Savaş sonrasında yıkılan Avrupa gençliğinin üzerinde derin bir etki bırakmıştır. Demokratik koalisyonun zaferine rağmen, yıkılan faşist modellerin çok hızlı bir şekilde gelişip yaygınlaşmış olmasının verdiği tereddüt, modernliğin ve rasyonalizmin ne ölçüde yıkıcı olabileceğini göstermekliğiyle özellikle gençler arasında bir buhran ve şüphe var etmiştir. Bununla birlikte savaş sonrasında toplumların iktisaden kalkınabilmelerinin bir yolu olarak Keynesyen ekonomi politikaları ve refah devleti paradigmasının sağladığı güvenceleri arkasına alan 68 hareketi, ortaya çıkan Soğuk Savaş'ın keskin uçlarına yönelmek yerine temelde bireyin özerkliği ve toplumun özgürleşmesi adına yola çıkmıştır: İçinde sadece siyasî yapıyı değil, ekonomiden cinselliğe her şeyi sorgulayan kültürel bir yenileşme aramışlardır. -Bu harekette Sovyetler'in legal ve illegal teşviki de ayrıca bir tartışma konusudur.-
 
  Yeni muhafazakârlık fikrinin, 60'ların politik ve kültürel devrim talepleri karşısında liberal değerleri savunan bir tepki olarak gelişmesinin gerisindeki bu durum sebebiyle Helmut Dubiel, bu ideolojide yeni olanın muhafazakârlık kavramının semantik özü değil, tepki geliştirdiği tarihî bağlam olduğunu vurgular: Yeni muhafazakârlık, burjuva toplumunun meşruiyet zemini üzerinde yani burjuva modernliğinin değerleriyle şekillenmiş toplumsallığı korumak için harekete geçmiş ve böylece, ABD ve Avrupa'da ortaya çıkan neofaşist, fundamentalist ve popülist "yeni sağ"dan ayrışmıştır. Bilhassa eğitim, kadın ve aile, cinsellik, dinin uygulanması gibi kültürel alanlardaki mücadesiyle yeni sağcılık, karşı-modernist savlar ve zorunlu olarak teveccüh ettiği otoriter-irrasyonalist ve gerici çizgilerin hâkim olduğu politik görüşleri içermektedir.
 
  Yeni muhafazakârlığın dogmatik olmayan sol ile aynı soruları sorduğunu belirten Dubiel, postliberal bir biçimlenmeye evrilen toplumsallığa dair makro gelişmelere duydukları ilgi bakımından eleştirel teoriyle benzeştiklerini ileri sürer. Özellikle kapitalizmin kültürel bir kriz içerisinde olduğu bu dönemde postmateryalist değer yönelimlerine sahip toplumsallığa olan ilgileri ortaktır. Üstelik eleştirel teorinin ortodoks Marksizm yorumlarına dair kritiklerden doğduğu gibi yeni muhafazakârlık da 50'li yıllarda McCarthy döneminin sağ-popülist akımlarının eleştirisinden doğmuştur. McCarthy döneminin komünizmle mücadele adına toplum üzerinde uyguladığı kültürel şiddet ve politik baskıya karşı, yeni muhafazakârlıkta liberal değerler ve burjuva demokrasisi için beliren tehdidi savuşturmaya yönelik bir tepki içerimi dikkat çeker. Ne ki 60'lı yılların politik özgürleşme hareketleri eleştirel teorinin -Habermas'ta belirginleşen- "meşruiyet krizi"ne vurgusu gibi "yönetilemezlik" kavramının öne çıkışına yol açmıştır. 70'lere kadar devam eden Keynesyen istikrar politikaları, bu yönden yeni muhafazakârlığın, devletin müdahale kapasitesinin azaltılmasına yönelik programını şekillendirmiştir. Ancak diğer taraftan özellikle Sovyetler Birliği'nin çözülüşünü müteakip tek kutuplu dünya ya da yeni dünya düzeni gibi adlar verilen yeni hâle uyumlu olarak yeni muhafazakârlar, dünyanın çeşitli yerlerine müdahale edilmesi ve modernleşmenin küresel ölçekte geçerli olması için de çaba sarf etmektedirler: 1980'lerde ABD'de Reagan ve İngiltere'de Thatcher önderliğinde hem Amerikan ve İngiliz hem de dünya toplumları sadece onların bildiği bir nizâma doğru sürüklenmek istenmiştir. Bu yönden ABD'nin, arkasına aldığı koalisyon ile birlikte dünyanın jandarmalığına soyunması bu ideolojinin bir pratiği olarak gözönüne gelir. Bu etkinleşmede yeni ekonomi-politik olarak neoliberalizmin öne çıkması ve buna bağlı olarak küreselleşme ve dünya piyasasının işler hâle getirilmesi gayesiyle politika üretme ihtiyacı baskın görünmektedir. Francis Fukuyama'nın "Tarihin Sonu" tezi gibi tezlerle ideoloji, düşünsel bir yaygınlaşmaya da kavuşturulmak istenmiştir; faşizmden sonra son büyük şeytan sosyalizmin çöküşüyle birlikte burjuva demokrasisinden başka bir çıkar yol kalmadığı yinelenir olmuştur.
 
  1980 sonrasında Türkiye'deki aydınların solun ve sağın kalelerini terk edip birer ikişer liberalleşmeleri, söz konusu ideolojik yaygınlığı anlamak için bir ipucu barındırmaktadır. Ki bu dönüşüm siyasal iktidarların da neoliberal tutumlarıyla gayet uyumlu görünmektedir. Nihayetinde yeni muhafazakârlık, 1970'lerdeki petrol krizi sonrasında yeniden biçimlendirilen dünya ekonomisinin ideolojisi olarak ABD ve Avrupa'dan sonra demokratikleşme eğilimlerine paralel olarak yaygınlaşmış, yeni şartların gereğine uygun pozisyonlar üreterek neoliberalizmin taşıyıcısı olmuştur. Bu görevi, toplumların küreselleşme için kültürel dönüşümlerinin ve değerlerin de maddesel kaygılardan daha arınmış olarak postmateryalist nitelikte vücut bulmasının zemini üzerinde rahatlıkla yerine getirdiği ve bunu yaparken bazı dağınık ama savuşturulmaya müsait itirazlar haricinde hiçbir engelle karşılaşmadığı görülmektedir. Bu itibarla ismindeki yeni vurgusunun sadece bir taktik değişimine yönelik olduğu, stratejininse aynı kaldığı da söylenmelidir.
 
  * Bu yazıda Helmut Dubiel'in "Yeni Muhafazakârlık Nedir?" isimli kitabından yararlanılmıştır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder